Hacettepe Üniversitesi olarak ulusal ve uluslararası üniversitelerle rekabet etmekteyiz. En iyi öğrencileri ve akademisyenleri bünyemizde barındırmak, üniversitemizde yapılan araştırmaları tanıtmak ve projelerimize destek sağlamak için rakiplerimizle yarışıyoruz. Mezunlarımıza en iyi iş olanaklarını sağlamak ve çalışanlarımıza en iyi akademik fırsatları yaratmak için hep birlikte çaba gösteriyoruz.
Üniversitemizin sürekli olarak önde yer almasını sağlamak, ulusal ve uluslararası alanlarda kabul görmüş bir akademik kurum olma özelliğini devam ettirmek için hep birlikte daha çok çalışmamız gerekmektedir.
Başarının sırlarından biri de doğru mesajı veren, güçlü ve herkes tarafından bilinen bir isme sahip olmaktır. Hepimizin bildiği gibi, Hacettepe Üniversitesinin güven verici imajı üniversitenin gerçek kimliğini yansıtmaktadır. Tüm çalışmalarımızda Hacettepe markası özgün olmalı ve üniversitenin kimliğini doğru bir şekilde tanımlamalıdır.
Üniversitenin iletişim kaynakları tarafından kullanılan ifadeler ister bireysel ister kurumsal olsun, Hacettepe Üniversitesinin yansımasıdır. Kurumsal kimliğimizin tanımını görsel anlamda doğru biçimde belirlemek ve iletişim şeklini oluşturmak için uzun 2007 yılında Hacettepe Üniversitesi Kurumsal Kimlik Kılavuzu hazırlanmıştır. Kılavuzda tanımlanan her öge, Hacettepe Üniversitesi’nin kurumsal kimliğini tamamlayıcı bir değerdir ve bütünlüğün her şart altında korunması gerekmektedir.
Üniversitenin markası, Hacettepe Üniversitesi kimliğinin temel ögesidir. Bu marka tüm iletişimde üniversiteyi temsil etmek amacıyla geliştirilmiştir. Markanın tutarlı ve sürekli kullanımı, kurumun görsel kimliğini güçlendirecektir.
Sürekliliği sağlayabilmek için, kişisel tercihlere bakılmaksızın markayı kullanan tüm paydaşların Hacettepe Üniversitesi Kurumsal Kimlik Kılavuzu kitapçığında açıklanan önerileri dikkate alması, Üniversitemizde kurumsal aidiyetin gelişmesine ve sürdürülmesine yardımcı olacağına inanıyoruz.
Logomuz ve Öyküsü
İnsanlar ait oldukları kuruluşlarla gurur duyarlar.Vatandaşlık duygusu, hemşehrilik hissi, okul ve asker arkadaşlıkları bu tip duygular sonucu gelişir ve kuvvetlenirler.
Kuşkusuz, bu duyguların en önemlilerinden birisi de yetiştiğiniz üniversiteye ilişkin bağlılık duygularıdır. Gençliğinizin bilincine burada ulaşmış, gençliğinizin çok önemli bir bölümünü burada geçirmiş, nice acı-tatlı anılarınız, güçlükleriniz, başarılarınız ve başarısızlıklarınız olmuş, sağlam dostlar ve dostluklar edinmiş, özgürlüğü doyasıya burada tatmış, ilk gençlik heyecanlarını burada yaşamış veya yaşatmışsınızdır.
Unutamazsınız... Oradan ayrılsanız da, uzak kalsanız da bağlarınızı kopartamazsınız...
İsmini duyduğunuzda bile heyecanlanır, garip hisler duyar ve orası ile hep gurur duyarsınız...
Hacettepe Üniversitesi'nden yetişmiş herkes bu duyuyu taşır ama Hacettepe’nin ilk öğrencileri olan bizlerin (1963-64 girişliler) gururu, sanırım daha sonraları aramıza katılanlardan biraz daha farklıdır...
Bizler henüz daha üniversite olmamış, bırakın üniversite olmayı o dönemlerde ne olacağı pek de belli olmayan ve ismi de Tıp Fakültesi değil, Sağlık Bilimleri Enstitüsü olan ve Hacettepe Üniversitesi’nin ilk çekirdeğini oluşturacak bu kuruluşa 30 yıl önce adımımızı attığımızda birçok kuşkularla yüklüydük.
Büyük bir gecekondu mahallesinin ortasında, istimlakler ve inşaatlar arasında kendimizi bulmuştuk. Bir tanesi Sayın İhsan Doğramacı olmak üzere üç profesör ve isimsiz 15-20 genç idealist hekimden oluşan öğretim kadrosu ve derme çatma binalarıyla Hacettepe doğruyu söylemek gerekiyorsa bizlere hiç güven vermiyordu... Ancak, buraya adımımızı attıktan sonra öyle sıcak ve samimi bir ortamla karşılaşmış, o kadar ilgi ve yakınlık görmüştük ki sonuçta hocalarla öğrenciler arasında anlatılamaz bir birlik ve beraberlik bağlantısı ortaya çıkmıştı.
Artık Hacettepe bizlerle birlikte büyüyor, bizle birlikte gelişiyor ve bizler de bu hızlı ve inanılmaz gelişmenin en yakın tanıkları oluyorduk... Kısa zamanda fakülteye dönüşmüş ve hemen sonrasında da yasamızın çıkmasıyla Üniversite olmuştuk... Gerçi Üniversite olmasına üniversite olmuştuk ama henüz bir amblemimiz bile yoktu...
Yıllardan 1967 idi. Aylardan yanılmıyorsam Şubat veya Mart ayları idi ve ben, o tarihlerde Tıp Fakültesi Dönem II öğrencisiydim...
O dönemleri yaşayanlar bilirler, o tarihlerde öğrenciler ve o zamanlarda çoğu Uzman olan kıymetli hocalarımız hep birlikte Şaban Şifai Hastanesinin alt katındaki kafeteryada, aynı masalarda büyük bir sevgi ve saygı ortamında yemek yerlerdi. Böyle bir öğlen yemeği sırasında Hoca Bey (lakabı böyleydi Sayın İhsan Doğramacı’nın ) yanıma gelerek üniversite için çok acele bir amblem çizmemi benden istedi. Yakından tanıyanlar bilirler, Hoca Bey her zaman çok acelecidir. Benden sadece amblem çizmemi istemekle de kalmadı hafta sonuna kadar da hazırlamamı emretti. Bunun anlamı üç günlük bir süre idi...
O zamanlar Dönem II, Tıp Fakültesinin gerçekten en zor sınıfı idi. Her gün dersler, her hafta ara sınavlar ve her ay sonu final sınavları ile zaten yeterince doluyduk. Ayrıca, ben üniversitenin bir dizi sosyal etkinliklerinde de görev alıyordum... Hacettepe'nin ilk kurulduğu yıldan itibaren geleneksel olarak her 14 Mart Tıp Bayramı sırasında çıkarttığımız Mantar isimli mizah mecmuasına yazılar yazıyor, karikatürler çiziyor, baskı ve matbaa işleri ile de ilgileniyordum. Ayrıca, iki yıl önce yine öğrenciler tarafından kurulan Hacettepe Tiyatro Kulübü’nün dergisini yayınlıyor, o dönemlerde sahneye koyduğumuz Ionesco'nun Kel Şarkıcı, Anton Çehov'un Ayı ve Augusta Gregory'nin Ay Doğarken gibi oyunlarının sahne dekorlarını yapıyordum...
Ciddi bir amblem çalışması için ise çok daha geniş bir zamana ve sakin bir düşünce alanına ihtiyacım vardı. Halbuki Hoca Bey bunu bir kez istemişti ve geciktirmek, ertelemek gibi kelimeler onun lügatinde yer almıyordu. Ok yaydan çıkmış ve süre belirlenmişti.
Hemen aklıma bir yıl kadar önce Tiyatro Kulübü'müz için çizdiğim geyik figürlü amblem geldi. Bu figürü daha Hacettepe Üniversitesi ismi ortada yokken (daha önceleri üniversitenin isminin Eti Üniversitesi veya Hitit Üniversitesi olacağı söyleniyordu...) Tiyatro Kulübümüzde Hititleri ve Hacettepe'nin H ve T harflerini birlikte simgeleyen bir amblem olarak düşünmüş ve çizmiştim. Bu simge büyük beğeni kazanmış ve hâlen de çok popüler olmasa da kullanılıyordu.Kısa zamanda bu simgeyi düzgün bir şekilde çizerek hızla Sayın Doğramacı'ya sundum...
Daha sonradan öğrendiğime göre Sayın Doğramacı yine o dönemlerde Fizik Tedavi Bölümünde doktor olarak görev yapan ve Mantar dergimizde çok güzel karikatürler çizen, çok hürmet ettiğim değerli ağabey (bizler Tıbbiye'de kendimizden büyüklere hep ağabey veya abla olarak hitap ederiz...) Dr. Necdet Güçlü'den de aynı zamanlarda bir amblem hazırlamasını istemiş.
Birkaç yıl sonra maalesef anarşik dönemin başlangıç yıllarında menfur bir tecavüz sonucu yedek subaylığını yaparken kurşunlanarak aramızdan ayrılacak olan Necdet ağabeyin nasıl bir amblem kompozisyonu yaptığını hiçbir zaman öğrenemedim. Ama eminim ki gerçekten güçlü kalemiyle Necdet Güçlü ağabey de muhakkak güzel bir şey hazırlamıştı... Kısa bir süre sonra yapılan Senato Toplantısı'nda yalnızca ikimizin katıldığı bu mini yarışma sonrasında benim gerçekte Hacettepe Tiyatro Kulübü için çizmiş olduğum amblemin, oylamaya katılan 11 üyenin tümünün de beğenisi ile Hacettepe Üniversitesi'nin amblemi olarak kabul edildiğinde, emin olunuz ki o dönemde bunun önemini çok fazla anlayamamıştım... Ama günler geçip, Hacettepe Üniversitesi büyüyüp geliştikçe, bir öğrenci olarak yaptığım işin hiç de küçümsenecek bir olay olmadığını kavradım...
O dönemlerde Sayın Doğramacı’nın Sanat dünyasında tanıdığı birçok kişiler vardı. En usta ve yetenekli grafik sanatçılarına bir rica ile belki de çok daha güzel amblemler çizdirebilir ve birçok örnek arasından en güzeli seçilerek Hacettepe'nin simgesi olarak kullanılabilirdi. Ama o, hiç yoktan yaratıp bin bir emekle kurduğu üniversitesinin simgesinin de, yine kendisinin kurduğu üniversitenin yetiştirdiği genç bir öğrencisi tarafından yapılmasını arzulamış ve tercihini bu yönde kullanmıştı.
Hoca Bey’in bundan duyduğu sevinç ve gururu, Hoca'nın elinden aldığım Amblem Beratı ve Töreni sırasında, gözlerinin içindeki mutluluk pırıltılarına tanık olarak yaşadım...
O tören sırasında bana armağan edilen ve üzerinde “Hacettepe ÜniversitesiAmblem Yarışmasını Kazanan Yücel Tanyeri'ne...” yazısı ile başlayan, büyük bronz madalyonun bir yüzünde, sayfaları açık bir kitap ve yanı başında da ışıklar saçan bir mum ve altında da "Hacettepe Üniversitesi, 1967" yazıları bulunuyor. Madalyonun diğer yüzünde ise Hacettepe Amblemi ve alt kısmında da "Daha İleriye... En İyiye..." logosu yazılı duruyor.
Hacettepe Üniversitesinin bilim alanındaki her atılımından, her başarısından ve "daha ileriye" ve "en iyiye" gittiğini görmekle ben her defasında çok farklı bir gurur duyuyorum... Her ne kadar şu anda farklı bir üniversitede çalışıyor olsam da, buna biraz olsun hakkım da var sanıyorum...
Bu bilim yuvasını gece-gündüz demeden tırnaklarıyla, emekleriyle, bin bir sıkıntıyla ve bir avuç idealist genç hekimle kurup geliştirerek yaratanlarla, onu ileride "daha ileriye" ve "en iyiye" götürerek yaşatacaklara şükran, minnet ve saygılar...
Prof. Dr. Yücel TANYERİ
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi
KBB Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi